nihil



Düşünmek insanoğlunu bugüne kadar getirmiş olan mükemmele ulaşma ışığının en parlak yandığı neferdir. Sorgulamaktan korkma! Korkma ki, her gün altında ezildiğin sisteme içi boş söylemlerinden çok bir katkın olsun. Düşlerim bir uçurumdan aşağıya yuvarlanıken senin tavrın sadece bakmak ise bakış açını değiştir. Unutma, hayatını kaybolmuş umutlarınla karanlığın içine gözünü dahi kırpmadan gömerken seni vazgeçirecek kadim dostun düşünmek ve sorgulamaktır.
Üstüne yazıp çizdiğin; lanetler,küfürler yağdırdığın sistemi değiştirmek için önce kölesi olman gerekir!
Gri, kasvetli bir sonbahar günüydü. Sisifos, çantasının açık kalan gözünden etrafa saçılan kağıtlara aldırış etmeden, uykusuzluktan kızarmış gözleriyle Yeşil Zafer caddesinde yürüyordu. Arkasından toz bulutları yükselmiyor olsa da gayet hızlı yürüdüğü söylenebilirdi. Başını yerden kaldırdığı anda Yeşil Anıt’a, Konsül mimarisinin son noktasına,geldiğini fark etti. İsteksiz olduğunu belli edecek tavırlarıyla,Yeşil Komiserler’in görebileceği bir noktada bu soğukluk abidesine selam verdi. Anıttan kuzeye doğru ilerlediğinizde karşınıza ihtiyarların takıldığı kumaş pazarı, güneye ilerlediğinizde orta yaşlı insanların genç aşıkları rahatsız ettiği Yeşil Park, güneye doğru ilerlediğinizde hangarı andıran, uzunluğu 1 km civarındaki Tekdüze Bulvarı çıkardı. Konsül şehir planlamalarını çok titizlikle yürütüyor, her mahallenin ortasına bir anıt dikerek insanlardan günlük yaşantılarında Konsül’e yer açmalarını istiyor, ve anıttaki sahte savaş figürlerini tarihin tozlu sayfalarına şahşahalı harflerle yazıyordu. Güdülen amaç gerçeklerle savunulamayacak kadar yadsınabilir, yalanlarla anlatılamayacak kadar gerçek ve bedenlerin merkezindeydi. Tüm komiserlerin aynı insanlar olduğu görüşü git gide sağlamlaşmakla kalmamakla birlikte her gün daha gerçek bir hal alıyordu Sisifos için. Hepsinin üstünde aynı siyah-yeşil renkte üniforma, ağızlarını ve yüz hatlarını kapatacak bir maske ve de aynı yeşil gözler vardı. O kadar çok acımasızlardı ki, Konsül hakkında en ufak bir eleştirinizi duyacak olsalar sizi kollarınızdan ve ayaklarınızdan kelepçeleyip, ekip aracının arkasındakilerle birlikte uyum içinde olduğunuzdan emin olduktan sonra istiflerlerdi. Sisifos bir yere gitmediği halde adımlarını hızlandırmışken onların insan olmadığını, aslında Konsül için üretilmiş, yapay zekanın şu günlerdeki en gözde eserleri olduğunu düşündü. Kim sadece düşündüğü şeyler için insanları balık istifi yapabilecek bir işte çalışacak kadar kalpsiz olduğunu hatırlamak isterdi ki? Benliğini çöpe atmanın popüler bir uğraştan öte yaşam tarzı olarak benimsendiğini hatırlayan Sisifos, içinde her gün kaybolduğu düşüncelerini, benliğini kaybetmemesi için sahip olmaması gereken düşüncelerini, çantasından dökülen kağıtlarla birlikte yeşil çöpün derinliklerine bıraktı. Çantasını buruşmuş kağıtlardan arındırırken az da olsa Konsül’ün düşüncelerinden, dayattığından ve Uniformis şehrinin totaliter havasından temizlendiğini düşündü, temizlenirken pazar günlerinin burukluğunu hissetti yüreğinin kuytu köşelerinde. Kilisenin önüne gitmek için babasının elini bırakır, papazın anlattıklarını büyük bir iştahla dinler, sonrasında annesine sormak için notlar alırdı. Zihninin kapılarından birinde, derinlerde gezdiğini hissederken annesine tarlada çalışırken rastladı. Elleri yabani otları sökmekten yemyeşil olmuş, dikenler yüzünden kan içinde kalmıştı. Sisifos ensesinde komiserin silah namlusunun soğukluğunu hissetti. Derin bir mağaranın dibini andıran bir sesle oradan uzaklaşması gerektiğini hatırlatıyor, onu daha çok germek için sert namluyu ensesinde daire çizecek şekilde çeviriyordu. Sisifos daha fazla zorluk çıkarmadan annesinin yanından ayrıldı ve evlerinin çakıl taşlarıyla bezenmiş yolunu far ketti. Her adımda daha çok güçsüzleşiyor ve belki en zayıf noktası olan zamandan yana olan acımasızlığı varoluşunun en derinine kadar hissediyordu. Sonunda karşısında dedesinden kalma iki katlı evi gördü. Duvarları yılların ve Konsül’ün baskısına dayanamamış ve kapısı sert rüzgarlarda yerinden çıkmıştı. Şaşırtıcı bir şekilde yeşil boyası hala yepyeniydi. Bahçedeki tek salıncak hala yalnızlığının keyfini sürüyor, yağlanmayalı yıllar geçmiş zincirleriyle rahatsız edici sesler çıkarıyordu. Atlı karınca diye düşündü Sisifos. Atlı karınca, şu tüm gün hayat ile en ufak bir sorgusu olmadan dönüp durduğu garip eski oyuncak. Çocukluğunun belki de içine en çok işlemiş, gördüğünde tüylerini diken diken eden,hiç dolmamış duygusuz gözleri bile ufak yağmur damlalarına benzer yaşlarla dolduran oyuncak. Merak duygusu içini ürpertti Sisifosun. Rüzgarın kült korku filmlerini andıran sesiyle daha çok gerildi. Adımlarını korkak atmaya ve nefesini kontrol etmekte zorluk çekmeye başlamış, teneffüs ettiği havanın, her ne kadar solunum yapmadığını düşünse de normalden uzak olduğunu fark etmişti.Takip ettiği yolun sağı ve solu sisli, gözünün gördüğü en ufak nokta dahi griye yakın tonlarda seyrediyordu. Yerdeki taşların neden rastgele dizildiğini düşünürken girişe vardığını farketti. Kirişten içeri kafasını uzattı ve kulağında evde insanlar olduğuna dair sesler gelmeye başladı. Üst kata çıktıkça müzik sesi daha yakından duyulur olmuştu. Dün Yeşil Ordu’nun yeni dizisi Yemin’de çalan müziğe benziyordu bu kulağı tırmalayan ses. Belki de Konsül öncesini anlatan “Muhteşem Konsül’den” bir parçaydı. Televizyonda kanal değiştirmeye gerek mi vardı ki? Her kanal aynı kokuşmuş yayınları yapıyor, televizyonda Konsül kelimesini duymadan, yeşil rengi görmeden bir şey izleyemiyordunuz. Sürekli bir propaganda metni okuyan otonom muhabirler, muhalif kelimesinin ortadan kalktığı düşüncesini hararetli bir şekilde tartışan elitler ve sürekli Konsül’ün en büyük rakibi Bay Nihil’i lanetleyen haber programları televizyonu oluşturuyordu. Bay Nihil söylentilere göre Yeşil Soğan Adası’na kaçmıştı. Konsül’ün kadim lideri Bay Tekdüze ile Bay Nihil eski dostlardı. Bilinmesi istendiği şekliyle: Bay Tekdüze Konsül’ün ilk kuruluşuna bizzat şahitlik etmiş, en büyük destekçilerdendi. Sonra Yeşil Soğan Adası’yla bir gizli antlaşma yaptı ve kadife kutular içerisinde saklanan özel sırları faiş bir fiyata sattı. Bay Tekdüze her açıklamasında Bay Nihil’e sayfalarca düşünülmüş hakaretler ediyor ve halk tarafından frontal lobları uyuşasıya kadar alkışlanıyordu. İnsanlar onu bir şarlatan olarak görüyor, aralarında Yeşil Soğan Adasını basmak için planlar yapıp, meydanlara yüzü domuz suratı olarak çizilmiş nefret dolu posterlerini asıyor, üstüne üstlük her Konsül mitinginde bağırmaktan bir hal olup baygınlık geçiriyordu. Bir yandan da Sisifos’un üst kattan gelen müzik ile alakalı kararsızlığı devam ediyordu. Cesaretini topladı ve bakırdan yapılma, masallardakileri andıran kapı tokmağını açtı. Karşısındaki gibi bir ortamı daha önce hiç görmemişti. Hemen sol tarafta,içerisi için fazla büyük, bir kütüphane, sağ tarafta parlak çay bardakları ile dolu büyük bir bölme tam karışısında ise sinema perdesi bulunan nispeten büyük bir sahne vardı. Yerler daha önce hiç görmediği meşe ağacı parkelerden ve dokusu garip bir halıdan oluşuyordu. İçerisi bir evin üst katı olmak için fazla büyüktü, alabildiğince takım elbiseli insan ve sandalye doluydu. Her sandalye belirli bir düzenle sıralanmış, renk uyumu masal için gözetilmiş ve sonucunda ortaya obsesifleri bile tarifsiz hoşnutluğa erdirecek şahane bir kompozisyon çıkmıştı. Sisifos yanındaki birbirinin aynı iki adamın konuşmasına şahit oldu:
-Birazdan Bay Yeşil konuşma yapacak haberin var mı?
-Evet evet. Sabırsızlıkla bekliyorum. Geçen haftaki konuşması harikaydı. Karımı da getirmiştim de hiç sorma. Ne yaptığını bilmez bu kadın milleti Rezil etti beni lanet olasıca. Bay Yeşil’in sözünü kesti. Bir de yaptıkları yetmezmiş gibi adamın karşısında sorusuna cevap alamadığını söylüyor. Neyse sen onu bunu bırak duyduğuma göre bu hafta Neo-muhafazakarlık hakkında konuşacakmış. Totaliterler dergisi işini gücünü bıraktı bu adamı yazıyor vallahi.
-Cidden mi?
-Evet evet Bayan Monoton’u bi adamla konuşurlarken duydum.
Birbirlerine gülümsediler ve:
-Bir bardak daha ekstra florürlü!
-Şerefe!
Bayan Monoton için buranın müdavimi demek pek de yanlış olmazdı. Arkadaşları ile birlikte insanlara florürlü çay ikram eder, ortalığı toplar, güler yüzünü her fırsatta gösterip yardımcı olmak için can atardı. Boyu kısa, saçı sıra, tıknaz, teni beyazdı. Fazla kiloları yüzünden birazcık koşuşturmaya yeltense yanakları kızarır, nefes nefese kaldığı için soluksuz konuşurdu. Sürekli yıllarca dolaptan çıkmamışa benzer eski bir beyaz gömlek ve tozlu eteğini giyer, yeşil fularına laf ettirmezdi. Kimse isminin ne olduğunu bilmediğinden herkes ona hep Bayan Monoton der, sever ve sayardı. Bayan Monoton bu ne olduğu belirsiz takım elbiseli adamlar için kararlılığı ve azmi simgeliyordu. İsterse dünya ters-yüz olsun, Bay Nihil yönetimi ele geçirsin herkes biliyordu ki o gün yine orada olacak, çay bardaklarını gözleri alacak bir biçimde parlatacak, yüzündeki gülümsemesini eksik etmeyecekti.
Sisifosun aklı şimdi hiçbir zaman kendine sorma cesareti gösteremeyecek kadar büyük sorularla doluydu. Burası neresi? Bay Yeşil ve Bayan Monoton kim? Bu kadar çok insan onları kalıp olarak gösteren bu takım elbiseleri giyip neden toplanıyor ve neden florürlü çay içiyordu? Sorular gittikçe ağırlaşan cevaplanamaz birer fikir bulutları haline gelmeden sırtında bir el hissetti.
-Yabani bir ormanın içinde kaybolmuş gibi bakıyorsun.
Bu kişinin Bay Yeşil olduğundan emin olmak pek de zor değildi. Evet bu uzun boylu, üzerinde Shaolin Keşiş’ini anımsatan bir kıyafet olan adam Bay Yeşil’in ta kendisiydi. Kel, iri, camları yuvarlak gözlük takan ve en derinlemesine sizi süzen bu insan Sisifos’un daha önce gördüğü kimseye benzemiyordu. Sanki üzerinde etrafındakileri onu dinlemeye şevkatle zorlayan bir tılsımı vardı ve üzerinizde kullanması için izin vermenize gerek kalmıyordu. İnsanlar onun için bu ses tonuyla iki saat boyunca muhalif kitabı okusa yine kulağımızı ayırmadan dinleyebiliriz der, her konuşmasının ardından uzun özet metinleri çıkarır, insanların ulaşması için ellerinden geleni yapar, bu belagat yeteneğine methiyeler süzülesi adamı yerlere göklere çıkarırdı. Bu kadar takım elbiseli insan içinde onu fark etmek için iyi gözlere sahip olmanıza gerek yoktu. da. Konuşmanın ucunun garip yerlere gideceği pek açıktı Sisifos ve Bay Yeşil için.
-Evet,, aslında evet evet kayboldum. Sorun olmayacaksa ben neredeyim?
-Burası Yeşil Muhafazakarlar Senatosu ve ben Bay Yeşil. Aradığını bulmak için çok fazla yürümene veya çok düşünmene gerek yok.
-Florürlü çay deneyebilir miyim?
-Tabi ki
Bay Yeşil Bayan Monoton’a oldukça nazik bir ses tonuyla seslendi ve istediğini söyledi. Tılsım’ın da gücünün etkisi olacak ki konuşmaya başladı.
-Kalacak yerin var mı? Yolunu kaybetmiş bir seyyah için fazla meraklı göründün gözüme.
-Yok.
Sisifos karşısındaki adamın büyüsüne kapılmış olsa bile konuşurken yaşadığı sıkıntıdan bir türlü kendisini kurtaramıyor, kafasının içinde planladığı tonlarca şeyi bir türlü cümlelere dökemiyordu.
-İstiyorsan bizimle birlikte burada kalabilirsin. Bayan Monoton sana bir oda ayarlayacaktır. Hem Florürlü çay eğer beğendiysen bedava.
-Bu iyi olur. Tabi ki size yük olmayacaksam.
Bay Yeşil samimi bir gülümsemeyle karşılık verdi. Sisifos onunla konuştuğu için mutlu olduğunu farketti. Az konuştuğu ve içine kapanık bir sincap olduğu söylenirdi hep ona arkadaşları tarafından. Bu adam acaba kelimeleri böyle kullanmayı ve ses tonundaki eğimleri böylesine ustalıkla ayarlamaya nasıl yapabiliyordu? Gerçekten kalmak hakkında hiçbir fikri olmayan bir adamı nasıl hemen kalmaya ve onlarla yaşamaya ikna etmişti?
Bir kaç dakika sonra Bayan Monoton geldi ve şu bahsi geçen odayı gösterdi. Gayet ferah ve temiz duruyordu. Duvarlar beyaz ve yeşil renkte, kusursuz bir uyum ile seçilmiş, daha çok Nizami şehrindeki kır evlerinin misafir odalarını anımsatıyordu. Aslında odada beyaz veya yeşil olmayan tek öğe kocaman ruhsuz televizyondu. Odanın sol tarafında lüks bir mobilya takımı, sağ tarafında çok düzgün bir şekilde toplanmış yatak ve yatağın üstünde kitaplarla dolu bir kitap rafı vardı. Kitap raflarının tozu titizlikle alınmış, parlaması için verniklenmiş ve Sisifos’un tercih edeceği otantik kitapların havasını yansıtmaktan ziyade tamamlayacak harika bir parça olmaya hazırdı. Televizyonun sağında rastgele dizilmiş bardaklar ve karşı duvardaki sürrealist insan portresi dikkat çekmekle kalmıyor, insanı onlara bakmaya zorluyordu. Sisifos, çocukken süpürdüğü sonbahar yapraklarının üstüne bırakırmış gibi ayaklarını yerden kesti yatağa doğru. Bay Yeşil acaba Neo-Muhafazakarlık hakkında neler söyleyecekti diye düşünce alemlerinden birine doğru uzun ama keyifli bir yolculuğa çıkmıştı. Ne yazık ki yolculuğu içeriden yükselen seslerdendir ki yarıda kesildi. Kalkıp ne olduğunu anlamak için yukarıya, Senatoya çıktı. Hayatında ilk kez iki insanın birbirlerine aynı argümanları sunarak kavga ettiğini ve ağızları yırtılasıya kadar bağırdığını gördü. Bay Yeşil hemen olaya müdahele etmiş, kızgın iki senato üyesini ayırmış ve gerginliği yatıştırmıştı. Kürsüye çıktı ve konuşmasına devam etti. Sisifos dikkat kesilmiş, kelimelerin hafif yeşil ışıkta dans edişini izliyordu. Hiçbir kelime dans ettiği eşini kaybetmiyor ve salondaki herkesin ilgisini çekecek bir vaziyette yolculuğunu sürdürüyordu. Oysa ki Bay Yeşil, Konsül’ün bekasından ve ne kadar yüce bir yapılanma olduğundan bahsetmeye başlamıştı. Yataktan istemeyerek uyanan ve hayatının hiçlik içinde kaybolduğu gerçeğiyle her dakika yüzleşen, Yeşilgök denen ülkeye ve yönetimine her gün lanetler ve küfürler yağdıran Sisifos, aslında Konsül’ün haklı olduğu yargısını zerrelerine kadar benimsedi. Düşüncelerini söylemekte zorlanmıyordu artık. Çünkü düşündüğü tek bir şey vardı. Kafasının içinde sürekli sürdürdüğü gri fikrî münakaşaların yerini yemyeşil çayırlar, dağlar almış; her gün itiraz ettiklerine karşı itiraz etmek istemez olmuştu. Mutluluğu çocukluğundan beri ilk kez yanında hissetti.. Yeşil çayırların keyfini çıkartırken kendine mutlu olmayı yakıştırmadığını, mutluluğun sadece zayıf bir umut kıvılcımı olduğunu düşündüğü günler, monoton, kasvetli ve boğuk günler, sona ermişti. Her zamankinden daha çok hissediyordu hayatı, içinde yaşadığı şu milyonlarca galaksinin birinin küçük yıldız sisteminin üçüncü gezegenini. Kopernikusdan beri insan merkezden meçhule yuvarlanmaktadır ne de olsa diye iç geçirdi. Nietzsche’ye ihanet ediyor olduğunun aklına bir ok gibi saplanmasına izin vermedi her zamankinden fazla çalışan otokontrol sisteminin sayesiyle.Arkasını döndü ve yavaş adımlara odasına indi, yumuşak yatağına uzandı. İlk defa yattığı gibi uyuyordu. Hem de mışıl mışıl.
Uyandığında kendisini çöp kutusunun yanında buldu. Hava kararmıştı ve gördüğü kadarıyla çantası yerinde yoktu. Bulutlar kasvetli Uniformis’in üstünde çökmüş, karanlık ışığın kaçacağı her noktayı kapatmış, hesap soruyordu şehirden. O karanlık ki evrenin en parlak yıldızlarını tereddüt etmeden içine alacak, güneş altında yeşeren sevgiyi acımasızlığın fevkinde geldiği yere gönderecek, umutsuzluğu kara elleriyle yeniden yazacak, mutlu insanlardan hakkı olmadan hesap soracaktı. Sisifos kalktığında vücudundaki tüm kasların tutulduğunu fark etti. Acaba kaç gündür orada öylesine hareketsiz yatıyordu? Etrafında sokak hayvanları dahil kimse olmadığını gördüğünde, panik olmak için daha iyi günleri olacağını düşledi. Rüzgarın esintisi her zamanınkinden daha hoyrat olmuş, Zafer Anıtı’nın ilerisindeki bu caddede hiçbir iz yoktu insana dair. Yürüme ihtiyacı hissetti Sisifos. Yürüdü en derinlerine doğru caddenin. Adımlarını bir yere yetişecekmiş gibi atmadığını farketti ve aklının ücra köşelerinde münakaşalara barış getirmekten yorgun düşmüş Bay Yeşili hayal etti. Başarılı iletişim girişimlerini kıskandıracak bir sohbet nasıl olur da etkisini bu kadar nüfuz ettirir diye düşündü, ait olma hissini tatmanın nahoş zaferini yaşadı içinde. Anıtın önüne yaklaşırken kulağına aynı müzik çalınmaya başlamış, rüzgarın yönü kuzeyden güneye çevrilmişti. Kuzeyden gelen rüzgarlar ne zaman barış getirme maskesi altına silik yüzlerini saklamış zalimlerin zaferlerinden başka bir şey getirirdi ki bu ülkeye? Hızlı kalbine aldırış etmeden, tüm gücüyle koştu. Koşarken düşünmeye az vakti olacağını ve bu yüzden bir daha koşmayacağını kendine telkin etti.Heybetli anıtın arkasına kafasını uzattığında gördüğü ise parlayan bir çift gözlüktü.
Tüm olanların garip sarhoşluğu be mistik havasıyla:
-B-bb Bay Yeşil ben neredeyim?
Hayatındaki tüm ciddiyetini ve tek hamlede kullanan Bay Yeşil:
-Artık Bana Bay Yeşil demeni istemiyoruz.
-Neden, Siz Bay Yeşil değil misiniz? Bunların hepsi birer saçmalık mıydı? Yoksa ben yine lusid rüyalarımın en etkilisinin içinde sıkışıp kaldım mı?
Bay Yeşil aslında birden daha fazla hamlesi olduğunu belli edecek tavrıyla:
-Çünkü Artık Bay Yeşil sizsiniz.
Sisifos şakakları zonklayasıya kadar düşündüğü gecelere herhangi bir hasret duymadı bu cümleler kulağından içeri girerken. Sadece şaşırmıştı ve tepki vermekte zorlanıyordu. Kendi duygularını yüzeye çıkarttığı için hem zayıf yem de bir o kadar galip gelmiş hissediyor, mantık dışına çıktığı gerçeğini reddediyor ve kendisine her zamankinden daha çok patavatsızlık ediyordu. Yuvarlak gözlüklü adam dahil herkes önünde eğildi ve her bir ağızdan:
- Yeşil Muhafazakarların kutlu olsun yeni Lideri Bay Tekdüze!
Üç defa daha tekrarlandı.
-Yeşil Muhafazakarların kutlu olsun yeni Lideri Bay Tekdüze!
-Yeşil Muhafazakarların kutlu olsun yeni Lideri Bay Tekdüze!
-Yeşil Muhafazakarların kutlu olsun yeni Lideri Bay Tekdüze!
Belli ki Sisifos artık kayayı taşımak istemiyordu.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar