yeraltı - zeki demirkubuz (2012)
sevgili dostum entel feridun,
bu sana.
can sıkıntısı
film aklı ve
sınırsız gururu yüzünden yaşam ile arasında gizliden bir kavganın başlamış
olduğu muharrem’in hayatını anlatmaktadır. modern kentsel yaşamın ortaya
çıkardığı ‘can sıkıntısı’, ruhları kemiren bir huzursuzluk iklimi ortaya
çıkarmıştır. muharrem’in kişiliğinde ortaya çıkan bu ruhsal gerilimler, onu
hezeyanlara sürüklemektedir. kent yaşamının her biri bir amaç etrafında
koşuşturan insanları, o’na bir kalabalık oldukları hissinden başka bir duyguyu
hatırlatmamaktadır. her gün doğan gereksinimlerin doyurulması için işini
yaptıktan sonra kalabalık sokaklarda başıboş dolaşmaktadır. muharrem, ruhunu yabanıl
doğası içerisinde dinlendiremediğinden, can sıkıntısı içerisindeki benliğiyle
huzursuz bir şekilde sokaklarda bir oraya bir buraya dolaşmaktadır. atari
salonlarına, kafelere, karanlık mekânlara ziyaretleri, ufak çaplı fuhuş alemleri organize etmesi, kızıl elma yayınevi ziyareti vb. bu davranışların her
biri can sıkıntısı içerisindeki muharrem’in uğrak yerleri olacaktır. bu
gezintiler, muharrem’in yaklaşmakta olduğu ruhsal gerilimler öncesi can
sıkıntısının işaretleri olarak okunmalıdır. muharrem’in de içinde bulunduğu
modern uygarlığın insanının işe alışmasının sonucunda ruhsal olarak
sürüklendiği ‘can sıkıntısı’, nietzsche’nin özdeyişlerine başvurularak
anlaşılır olabilir. can sıkıntısının, batı siyasal düşüncesinin köklerinde
bulunan gereksinimlere bağlı olarak oluşturulan zamansal düzenlemeyle
ilişkisinin bulunduğunu görmemizi sağlayan nietzsche’nin aforizması
açıklayıcıdır: “gereksinim bizi işe zorlar, işin geliriyle gereksinim
doyurulur, gereksinimlerin hep yeniden doğması bizi işe alıştırır. gereksinim
doyduğu ve adeta uykuya yattığı aralarda can sıkıntısı çöker üstümüze. nedir
bu? işe alışmaktır bu. kişi çalışmaya ne denli çok alıştıysa, hatta belki
gereksinimlerden ne denli çok acı çektiyse, can sıkıntısı o denli güçlü
olacaktır.”
huzursuzluk
nietzsche’nin bize konumuz açısından işaret ettiği en önemli
ifade, gereksinimlere bağlı çalışmanın doğurduğu can sıkıntısının ortaya
çıkardığı huzursuzluktur. “hiçbir çağda çalışanlar yani huzursuzlar bu kadar
revaçta değildi” diye yazan nietzsche, çağımızın üzerine inşa edildiği
değerlerin insanları nasıl bir huzursuzluğa sürüklediğini görmemizi sağlar.
yeraltı filminin ana karakteri muharrem’in can sıkıntısına alışamadığını bu
yüzden hayat ile arasında gizli bir husumetin geliştiğini vurgulamak
istiyorum. can sıkıntısı içerisinde eve
döndüğünde, televizyonun karşısında geçirilen dakikalarda bile hayat ile
başlamış olan kavganın işaretleri vardır. muharrem işten eve geldiğinde modern
hayatın yalnızlığını televizyon karşısında geçirerek gidermeye çalışır. modern
yaşamın rutininin kişiliğinde yarattığı buhran, her geçen gün büyümektedir.
muharrem’in hayata karşı eleştirel tutumu öyle ileri bir boyuta gelmiştir ki,
izlediği belgesele bir sataşmadan duramaz. demirkubuz’un filmlerinde televizyon,
o anda mizanseni dolduran sebepsiz bir şekilde orada bulunan bir öğe değildir.
özgür tin
muharrem’in hayat ile
arasındaki kavganın o’nu adım adım bazı dönüşümlere hazırladığını, kendi
durumunun farkında olan muharrem’in ise bu kavgadan geri atmayacak kadar
kendinden emin olduğunu görürüz. ani bir şekilde gelen histeri nöbetlerini
aşabilmek için kendi ifadesiyle ufak çapta fuhuş alemlerine girer. “çirkin ve
utanç verici olan her şeye söndürülemez bir istek” duyduğunu ifade eder.
keşfedilmemiş olana merakın özgür tinlinin bir özelliği olduğunu söyler
nietzsche. yaşamın ritminin uygarlık tarafından oluşturulduğu modern kentsel
düzenin akışına kendini bıraktığında huzursuzluğu katmerlenen muharrem, kentsel
yaşamın labirentlerinde kendini kendi yapacak olan dönüşümlere yaklaşmaktadır.
“ecco homo- kişi nasıl kendisi olur?” kitabında nietzsche’nin, kendi tinsel
varoluşunun dönüşümlerini anlatmaktaki maharetine tanık oluruz. “eşsiz bir
psikolog konuşuyor benim yazılarımda” diye belirttiği kitabı, kendi tini hakkında
psikolojik gözlemlerinin yetkinliğini açıkça gözler önüne serer. konumuz
açısından filmde muharrem’in kendi hakkında yapılacak ruhsal gözlemleri beyhude
çıkaracak kadar kendini tanımayı becerdiğini iç konuşmalarından anlamaktayız.
muharrem, kendi tinsel dönüşümleri üzerine düşünen bir karakterdir. bu noktada
muharrem’in tinsel olarak dönüşümünün analizinde nietzsche’nin ‘özgür ve bağlı
tinli’ tanımlarına değinmekte fayda var. “kendisinden, kökeni, çevresi, zümresi
ve makamı temelinde ya da zamanın egemen görüşleri temelinde beklenilenden
farklı düşünen kişiye özgür tinli denir.” muharrem’in tuhaflıklarının bir bir
ortaya çıktığı filmde, iş ortamında, arkadaşlarıyla ilişkilerinde farklı
düşünmesinin ve davranmasının işaretlerini görürüz. zamanın egemen
görüşlerinden farklı düşünmesinin, zamanın egemen anlayışına uyumlu bağlı
tinliler tarafından nasıl bir hor görü/saygısızlık ortaya çıkardığını film
boyunca değişik vesilelerle görürüz.
muharrem, ‘tuhaf’ kişiliklerden biridir. sorgulamaları
sonucunda sınırsız gururunun ortaya çıktığı kişiliğinin derin dehlizlerinde
kaybolmaktadır. içinde bulunduğu durumu ifade eden filmden şu sözler hayat ile
arasındaki kavganın geldiği yeri gösterir: “akıllı bir adam, kendine karşı
acımasız değilse gururlu da olamaz. bense sınırsız gururum yüzünde kendime hiç
acımıyor, nefret edercesine küçümsüyor, herkesin de bana aynı gözle baktığını
düşünüyordum.” kendisine yapılacak psikolojik gözlemleri beyhude çıkaracak
kadar kişiliğinin yansımaları üzerine düşünen muharrem, kendine karşı,
saygınlığını ayaklar altına alabilecek kadar acımasızdır. sabah uyandığında
yatağından çıkmak istememesi, yaşama dair duyulan tiksinti ve yaşamdan duyulan
efkar ile birleşince olağan hale gelmiştir. filmin açılış sahnesi de olan bu
uyanış sahnesi, modern yaşamın üzerine inşa edildiği değerlerin ortaya
çıkardığı kasvetli yaşantıya isteksizliği de göstermektedir. çalışma toplumu
haline gelmiş uygarlığımızın ortaya çıkardığı yaşantıya karşı şevksiz, isteksiz
olan muharrem, uygarlığın ortaya çıkardığı bu yaşantıyı hor görmektedir. bu hor
görü, yeri geldiğinde kendine de yönelmektedir. yaşamakta olduğu apartmanda
evine gündelik işlerini görmek için gelen türkan hanım, ona sıradan insanın
sorunlarını taşıyan bir figürdür. muharrem, türkan’ın sayesinde sıradan
dünyanın dertleri hakkında konuşma fırsatı bulur. türkan’ın hayatına yönelik
akıl verdiği sahnelerde, ona hayat danışmanlığı yaparken kendini iyi
hissetmektedir. nafile gördüğü uğraşlar içerisinde olmak, hayatın değerleriyle
ilgili sorgulama içerisindeki muharrem için rahatlatıcıdır. muharrem’in yaşamın
üstün değerlerinin yok olması karşısında duyduğu iç sıkıntısı, onu, kendisinin
de içinde olduğu hayat ile kavgaya doğru sürükleyecektir. alışılmış değer
vermeler ve değer verilen alışkanlıkların tersyüz edilmesi olarak da
değerlendireceğimiz muharrem’in kişiliğindeki bu dönüşümü anlayabilmek için
filmde yer yer muharrem’in düşünsel kudretlerini artıran anların oluşumunda söz
sahibi nietzsche’nin kitaplarına değinmekte yarar buluyorum. ‘alışılmış değer vermelerin
ve değer verilen alışkanlıkların tersyüz edilmesi’ni çağı açısından kendine bir
vazife olarak gören nietzsche, muhatap olarak kendine gelecekte bir gün ortaya
çıkabileceğinden kuşku duymadığı özgür tinli olanı almaktadır. ‘keşfedilmemiş
bir dünyaya duyulan yoğun ve tehlikeli bir merak’ın alevlendiği özgür tinlinin
bağlarından kurtulmasının ‘yüksek ve seçkin türden insanlar için’ bir ödev
olduğunu belirtir. ancak uygarlığımızın yaşayış biçimine alıştırılmış her tinin
göze alamayacağı türden bir dönüşüm vardır bu bağlarından kurtulmada.
ekşi enteli vs muharrem
“zeka, kendisini her
şeyden çok sanatta göstermez, bilimde de göstermez; yaşam sezgisinde gösterir.
oysa entelektüel, hemen hemen hiç yaşamaz; entelektüel, çoğunlukla sezgi
yoksunu biridir; dünyadaki edimleri sayılıdır; … entelektüel, soyut bir yaşam
sürer.” yaşam sezgileri gelişmiş muharrem’in zekâsı ile cevat’ın şahsında
sembolize olan entelektüelin zekâsı birbirinden farklıdır. cevat’ın
başkalarının hikâyelerinden, yaşantılarından gözlemler yoluyla yazdığı,
muharrem’in hırsızca ve sahtekârca bulduğu romanlar, ‘hiç yaşamayan
entelektüel’in elinden çıkmadır. muharrem’in, yemek esnasında ortaya çıkan
yazma eylemi hakkındaki kanaati, “o işler bana göre değil” şeklindedir.
muharrem’in gözünde yaşamadan yazmak, sahtekârcadır. cevat’ın edebiyat
çevrelerinde kabul görmesinin o’nun gözünde bir itibarı bulunmamaktadır.
yemeğin sonuna doğru sarhoşluğu iyice artmış olan muharrem, cevat’ın şerefine
kadeh kaldırılması esnasında bir konuşma yapacağını söyler. arkadaşları “susun,
nietzsche hazretleri konuşacak” diye alaycı bir şekilde sözü ona bırakırlar. bu
sözler, muharrem’in dünyasını anlamak için değerlidir. “sevgili generalim
cevdet bey pardon cevat bey ve kadirşinas yalakaları. şunu iyi bilin ki; gösteriş
budalası insanlardan, gösterilişli laflardan, gösterişin kendisinden hiç
hoşlanmam, bu bir. kibirden, kendini beğenmişlikten, bütün bu dağları ben
yarattım havalarından hiç hoşlanmam, süslü kişiliklerden nefret ederim, bu iki. yalakalardan, yalakalıktan, yalakaca edilmiş
laflardan ve davranışlardan da nefret ederim, bu üç. dördüncüsü, gerçeği,
içtenliği, samimiyeti çok severim. ve dostoyevski’nin dediği gibi, gerçeğin her
şeyin üstünde, zavallı egoların bile üstünde tutulmasını isterim. arkadaşlığın
karşılıklı, açık sözlü ve yalansız olanı içini canımı veririm. evet, buna
bayılırım, sayın generalim. arkadaşlık hassaslık ve incelik isteyen bir iştir.
öyle kabalığa, alaycılığa, özensizliğe gelmez… yine de şerefinize sayın
generalim. güle güle gidin istanbul’a. o kahpe bizans’ı bizim için fethedin.
oradan da sürün atınızı batı’ya, viyana’ya. nobel’di, oscar’dı neyi bulursanız,
alın getirin ankara’ya. şerefinize sayın generalim, şerefinize.” bu sözler,
gerçek bir dostluğun, samimiyetsizlik kabul etmeyeceğini bize söyleyen
nietzsche’nin ışığında, hayatı içtenlik ve samimiyet üzerine kurmuş bir
‘yeraltı aydını’nın hayat ile husumetine ışık tutar. “ aydın denilen kişinin
misyonu bir bakıma siyasetçininkine karşıttır. aydının yapıtı çoğu zaman
beyhude yere, olup bitenleri biraz aydınlatmaya yöneliktir, politikacınınki
ise, tam tersine, onları olduğundan daha fazla karmaşıklaştırmaktır.”
gasset’nin bu sözleri, yeraltı filminin kahramanı muharrem’in beyhude yere,
olup bitenleri aydınlatmaya yönelik yaşantısına ışık tutmaktadır.
muharrem’in şahsında günümüzün nietzsche sonrası aydınının,
nihilizme yatkınlık içerisinde bulunduğu bir yanılgıdır. nietzsche’nin özgür
tinlilere yol gösterici olsun diye yazdıkları, nihilizme sürüklemenin aksine
nihilizmin aşılmasının nasıl bir dönüşüme bağlı bulunduğunu bize gösterir.
nihil*batın'da belirttiğim üzere "nihil kaçacak bir yol
veya son değil başlamak için en elverişli yerdir."
Yorumlar
Yorum Gönder